Allah Her Zaman Yetimlerle

Hep bir çocuk vardır aklımızda, ufakcık boyuyla ordan oraya koşturup yaramazlık peşinde koşan, biraz şımarık, biraz uslu sevimli bir çocuk. Sonra hep bir yetim vardır aklımızda normal çocuklardan farklı, biraz eksik, biraz hüzünlü, biraz yorgun… O kadar degilmiş yetim olmak,yetimlik.. Yetimlik; minicik dudaklarındaki en içten gülümsemeyle kalbinizi belki hiç olmadıgı kadar ısıtırken yine aynı gülümsemedeki tereddütmüş. Kahkahalarıyla dört yanınızı sararken küçük kalplerindeki derin büyük yaralar, boşlukları fark ettiginiz çocukmuş yetim..

Siz yanındayken onun sizi mutlu edişleriyle yetimligini unuttugunuz, gözünüzden kaçtıgı bir anda kenarda sessiz ve hüzünlü bir şekilde babasını düşünürken buldugunuz çocukmuş yetim. Sarılacak kimsesi olmayan çocukmuş.. Akşam eve gelmeyecegini,gelemeyecegini bile bile yine de pencereden babasını bekleyenmiş.. Hiç sahip olamadıgı ve belki de olamayacagı karne hediyesi o bisikleti hayal etmekmiş yetimlik..

Herkes az ya da çok düşünmüştür yetim olmayı,yetim kalmış olmayı.. Biz Yetim Buluşmasında yetimligi anladık ve hissettik belki de.. Onlarca yetim çocugun kalbine dokunduk sevdik ve sevildik. Onlara abla olduk,yeri geldi anne olduk yeri geldik sarılıp aglayacakları bir kardeş olduk. Yetim Buluşmasında her ne görevde olursak olalım kutsal oldugunu düşündügüm şekilde Allah tarafından ödüllendirildik bizler. Benim nacizane görevim yetimlerimize fotografçılık yapmaktı. En guzel karelerini çekip hiç unutulmayacak anılar haline getirmekti. Elimden geleni yapmaya çalıştım Rabbimden temennim layıkıyla yerine getirebilmiş olmaktır..

Onlara fotografçılık yapmış olmanın en guzel tarafı hepsiyle tanışıp yakından ilgilenebilme fırsatımın olmasıydı. Tek tek fotograflarını çekerken birebir hepsine ulaşabildim. Fotograf makinesini beraber kullandıgımız zamanlarımızda çok oldu. Kendilerinin ve arkadaşlarının fotograflarını çekmek onlar için çok eglenceli oldu.

Hepsini ayrı ayrı çok sevmiştim ve hepsinin yeri aparıydı benim için ama her ülkeden aklıma ve kalbime kazınıp çıkmayan birer çocuk oldu. Bunlardan biri Tanzanya’lı Hajir digeri ise Kırgızıstan’lı Siymık’tı.

Hajir, o sevimli ten rengi ve kocaman yanaklarıyla herkes tarafından buyuk ilgi gören bir çocuktu. Babası vefat etmişti ve annesiyle yaşıyordu. Hajirlerin geldigi ilk gündü ve yemek yiyecektik ellerini yıkamaya gittik. Hajir’in lavaboya giriple çıkması arasında 3-4 saniye bir zaman geçmişti ve karşıma geldiginde elleri çok hafif nemliydi. Ona ellerini nasıl yıkamasın gerektigini göstermek için yanına gittim, beraberce ellerimizi yıkamaya başladık. Sonrasında ellerini peçeteyle silmeye başladım. Bütün bunlar ona çok uzun bir işlem gibi gelmiş olmalı ki, onun ellerinin rengini kir sandıgımı düşünüp “Benim ellerim kirli degil, sadece siyah.” dedi. Bunu biraz ingilizcesiyle ve anlatabildigi kadar vücut diliyle söyledi. O an ne yapacagımı bilemedim şaşkın bir halde yüzüne bakıyordum. Tabiki ellerinin kirli olmadıgını ve cildinin öyle tatlı bir rengi oldugunu biliyordum. “Hayır,hayır. Beni yanlış anladın.” deyip sarılıp ellerini öptüm miniğin. Beni ne kadar anladı bilmiyorum ama gülümseyip elimden tutarak masamıza gittik. O an yaşadıgım utanma duygusu, tereddüt, bi yandan da yanlış bir şey mi yaptım acaba düşünceleri kafamda dört döndü. Bu gerçekten hayatım boyunca unutmayacagım anlardan biri oldu benim için… Ne Hajir’i ne de çikolata tatlısı ellerini unutamayacagım..

Hepsinin yeri apayrıydı ama gözbebegin diyebilecegim bir yetim daha vardı aralarında..  Kırgızıstan’lı Siymık. Siymık kimsesizdi ne annesi ne de babası vardı.. Bu yükün altında kalmış, kimseyle çok gerekmedigi sürece konuşmayan içine kapanık bir çocuktu. Onun özel olarak fotograflarının çekilmesi istendi ve fotografçısı da ben oldum. İyiki böyle bir tevafuk yaşadım da sonradan ona “Balıgım” dedigimde gelip bana sarılıp öpecek kadar yakınlaştık.. Balık, Kırgızca da  ve Türkçe de ortak olan kelimelerdendi ve ona her balıgım dedigimde birbirimizi anlıyor olmamız ikimizinde çok hoşuna gidiyordu.

Siymık’ın fotograflarını çekmem gerektigi gun Kırgızıstan Grubunun 2.günleriydi, Siymık çok çekingendi bir de çok mutsuzdu. Belki yarım belki bir saat belki daha fazla tek bildigim çok uzun bir süre boyunca gülümsedigi güzel bir fotografını çekmek için ugraştıgım… Tek bir kez gülümsesin diye eglenebilecegini düşündügüm bir sürü şey farklı farklı şeyler yaptım ama her ne yaptıysam da başarılı olamadım… Mihmandarına Kutsal Emanetimizi teslim etmek için gittigimde bunları anlattım ve aldıgım cevap tam olarak şuydu; “Hiç kimsen olmadıgını düşün. Sen gülebilir miydin?” Canım yanmıştı. Siymık’ın kimsesiz oldugunu o an ögrenmiştim ve en kötüsü bir anne-baba sevgisini hayatını boyunca kimseden bulamayacagını bilmekti…

Yetimligin nasıl oldugunu anlamak ve o acıyı hissedebilmek tarif edilemeyecek bir duygu bu yuzden 5.Uluslararası Yetim Buluşması benim için bir milat niteligindeydi. Yetim diye bir şey vardı evet ama yetimligi bu kadar yakından ve derinden hiç hissetmemiştim. Onları ölene kadar unutmayacagım ve her birini tekrar görebilmek için her an dua edecegim.

Siymık’a verdigim veda mektubunda da yazdıgım gibi “Merak etme canım, hiç birimiz yalnız degiliz. Allah her zaman seninle.. Sonra da aklım ve kalbim..”

Yetim Fotografçılarından E.B.MERT

 

 

 

 

 

Yorum bırakın